Öyle geçişsiz bir ayrıntıdır ki; seslerin içinde bir an duyulup diğer bütün seslerin sesini etkileyecek kadar güçlü ve bir o kadar da kısa beliren ve belki fark edilen anlık bir ünlemin, birbirlerini tanımalarına rağmen birbirlerinden kaçmaya çalışan ve kendine bir başka nokta arayan gözlerin seri kaçamaklarda birbirleri ile çarpıştığı anların, mecburi karşılaşmalarda söylenen tatsız sözlerin dışına taşabilmiş içten bir sesin, küçük bir çocuğun annesine yapmış olduğu resmi gösterirken annesinin gözlerine bakmadan hemen önceki bakışının büyüdüğü küçücük dünyasının, çocuğuna bakan annenin gözlerinden içeriye giden kendi çocukluğuna ait hatırladığı minik bir anın içinde belirebilirliği yüksek bir sesin veya ağladığını gizlemeye çalışan kızın ağladığını ıslak parmaklarından anlayan aşığının hüzünlü bakışında uğuldayan şefkatli sesin içinde gelip giden bir fısıltı yankısı gibi asılı kalmıştır bu ayrıntı.
İşte
bu yüzden fark edilmeyen, gözden kaçan, kalabalıkların içinde belli belirsiz
bir özlem bulutu gibi dolaşan bu ayrıntının içinde saatlerce, belki günlerce
hatta belki zamansızca kalıp da, genişleyen düşler ve düşüncelerden geçe geçe
yeni yeni detaylar ve coğrafyalar sunarak kendilerine ve birbirlerine giden
yollarda seyahatlere uzanan iki aşığın sırrı yatmaktadır.
Sırlarını büyütüşleri ve içlerinde çekici sırlar doğuran fısıltıları, fısıltıları ile karışan ve sırları ile sevişen ruhlarının uykulara yattığı yeni hikayeleri, yeni hikayelerini yaşadıkları başka hikayeleri, bu başka hikayelerin mutlu ya da hazin sonlarından dışarıya taşan ve gökyüzü serinliğine, batan güne, doğan şafağa, geniş çayırlara ve belki de görkemli gölgelere varan başka başka hikayeleri de yatmaktadır bu ayrıntıda.
Yani
içinde ayrıntılar yatıran ve çoğaltan hikayelerin içindeki her köşede, her
uzunlukta, her çıkıntıda, her loş sokak sessizliğinin yankılarında, her sokak
lambasının titrek ışıklarının vurduğu karmakarışık ağaç dallarının kenarlarında
uç veren cüretkar filizlerde ve bunları da kapsayıp yetemeyen ve genişleyen bu
ayrıntıda sadece kendilerinin başka başka hikayelere büyüdüklerini bilmenin
hazzı da yatmaktadır. Hatta geceler boyu meraklı gözler ve sevecen ellerle
yıldızlara bakmanın, sorgulamalarla derinliğe doğru süzülen sıcak sohbetlerin,
iç çekişlerin, yarım duruşların, uykulu dalışların, dokunuşların, sarılışların,
yanyana uzanışların, keşiflerin, bahçelere kaçışların, gölgelere akışların,
gizliden dünyaya bakışların, rüyalara yatışların hazlı hikayeleri de
yatmaktadır bu ayrıntıda.
Birbirine
titreyerek uzayan bakışların, hüzünlü ve mahçup çocukluklarını yanyana getirip
de birbirine sarışları, ifadelerinin sınırlarından taşan duygularını derin
sessizliklerle ellerine bırakışları, küskün kabaran ve zamanlarca içlerine
akıttıkları billur yaşlarını birbirine sunuşları, her fırsatta eflatuni,
kestanemtrak, mavi, beyaz ve deniz grisi bahçelere kaçışları ya da aslında ah
hep o bahçede oldukları yatmaktadır bu ayrıntıda.
Mesela,
soğuk gecelerde daha bir çocuktur, daha bir yalnızdır biri. Ve unutulmuş sevgi
sıcaklıklarından bir kuşluk vakti odun taşıyıp, sobayı yakmak ve hizmet etmekle
cezalandırılmış küskün kader gözlerinde salıncak sesleri titreyen küçük bir
kızdan uzatır ellerini... Okuldan kaçıp kırlara uzanarak bulutlardan şekil çıkarmaya
çalışan küskün bir çocuktan uzanarak tutarken öbürü, kendine uzanan küçük kızın
ellerini. Genç bir kız iken kendini makyajsız sevdiğini, babaannesinin aldığı
kurallar ve sıkıntılarla bezenmiş hediyelerini, gizlice ağladığı köşeleri,
kendine bile bile ettiği zulümleri düşünür biri... Yırtık ayakkabılarından
fışkıran maviliklerle, suya düşen arıları kurtarmaya koştuğunu, derslerden en
çok coğrafyayı sevdiğini, radyoda şarkı söyleyen adamın o küçük radyonun içinde
nasıl da sıkıldığını düşünür diğeri... İşte öylece, mahrum kaldıkları oyunları
birbirlerine öğretme isteğiyle heyecandan yürekleri tıp tıp atan iki aşık
çocuğun gözlerinde belirirken düşleri, yaklaşır, yaklaşır, koşarlar, düşerler,
sarılırlar, kalkarlar, dersten birlikte kaçar, terli terli su içer,
dondurmacıya giderler, incir ağaçlarına dala çıka sokaklara, sokaklardan
uzaklara, uzaklardan karşılaşmalara, karşılaşmalardan kendi bahçelerine
varırlar yine bu ayrıntıda..
Öyle
ki, yazgının içinde çoğlarak derinleşen bir yazgı gibi kendi sesi, kendi özü,
kendi tadı, kendi ışığı, sevgisi, acısı, korkusu, aşkı, bahçeleri ve
sokaklarıyla bu iki onmaz aşk hastasının kıpırtılı ayrıntılarına akmaktadır ve
işte böyle bir gölge gibi geçmeleridir mesela kqalabalıların kıyılarından. Ya
da bir şarkı, bir ıslık, kendini aşan bir sözle kendilerine eşlik etmeleri
yatmaktadır bu ayrıntıda ; uzanan kolları, değen tenleri, özlemli varlıkları,
delicesine sevmeleri ya da hiç unutmayışları yatmaktadır. Tasarlanmış başka bir
hayatta yaşaşdıkları, beraber oldukları ve hatta orada beraber ölecekleri ve
hatta hatta bu defa hikayelerinin içinde uç veren başka ayrıntılardan başka
hayatlara akarak mutluluklar yaşadıkları da yatmaktadır bu ayrıntıda. Ya da
kabulleniş ve masumiyetin ağlamaklı süzüşüyle uzaklardan el vermektedirler birbirlerine...
Hüzne
bulanmış hikayelerini düşte bırakacak kadar ateşli ve mütevazi
yücelmektedirlerdir. Kalabalıklarda gezinen ve aslında birbirlerine değiyormuş
ayrınıtısında birbirlerine zamansızca dolanıp ayrılmayan bu iki aşık ruhun
gözlerinden ufka uzayan parıltılarda buruk mutluluklar, yansıyan hüzünler,
büyüyen dalgalar, esen rüzgarlar, eflatun bulutlar akıyordur sanki...
Öylece
bir ayrıntı, küçük karşılaşmalar, yanından geçmeler, durup duruşlar, susup
susuşlar, bakıp kaçışlar ve kaçıp da bakakalmalarda gizlenen, gizlendikçe
büyüyen, fark edilemeyen devasa bir ayrıntı olarak karşılaşmalardan bir
karşılaşmada, yaklaştılar, yaklaştılar ve kendilerini bir merhabaya
sığdırırcasına yüreklerinden gökyüzüne dağıldılar. Bizden başka kimse fark
etmedi...
Belki de fark edilmeyen bu ayrıntı şehri gecelerine özgü belirip sönen ışıkların en silik parlayanı olarak zamanlar zamanlar önce gelip gitmiş bir şarkıcı sesiyle dolaşır sokakları, sevdirir yalnızları ki kendisi şarkısından hazin, gözleri sözlerinden yaşlı... Alta Gracia...
S.
Eski h.eylül
Bu yazında öyle bir paragraf var ki;
YanıtlaSilHer ne zaman okusam (belki yüzlerce kereyi bulmuştur) aynı şey oluyor..
Bir nefeste okuyup bitiremiyorum. Boğazım düğümleniyor, nefesim daralıyor, gözlerim buğulanıyor..Ve her seferinde o paragraf yarım kalıyor. Tekrar tekrar dönüyorum bir satır sonra yine yarım kalıyor. Bir yazının içinde bir paragrafta bu kadar zorlanmak nedir diye sorup duruyorum kendi kendime. Her okuduğumda tekrarlıyorum neden diye..
Bilmiyorum doğrumu?
Bu paragrafta dehşet bir yoğunluk var, yaşanmadan önce, yaşanmışlık var. Yaşadıktan sonra derinlik var.Yazıyı okuyan ikinci , üçüncü şahısların ruhuna tokat atma var..Öyle minik bir tokat değil ama, tam anlamıyla bir OSMANLI tokatı var..
Nicelere..