Labels

Defterî (44) Edebî (49) Fotoğraf (13) Grafik (29) Însan (40) Malûmat (7) Mûzik (69) Tasarınâme (9)

30 Aralık 2019

"Duygular Arası Geleneksel Hüzün Haftası"

Hüzün haftasının yıl dönümüyle yine siz değerli sessizliklerleyiz.
O gün, şurada hiçbir şeye aldırış etmeksizin ve sonraki sene şurada başımı kaldırmaksızın ama düşlerden.., birkaç şarkının içinden geçmiş gibiyim. Bugün ise buraya bazı şarkıları not ederek ödüllendirmek isterim.

Bu sesleri, kendi dünyamın "iç burkanları" ilan ediyorum.
Till the water's, leaf and stream is all long gone...


1• Dino Malito - Aurora (for Masanori Takahaşi)
2• Khaled Mouzanar - Mreyte Ya Mreyte
3• In The Woods... - Mourning The Death Of Aase
4• The Gentleman Losers - Ballad of Sparrow Young
5• Antimatter - A Portrait of the Young Man as an Artist
6• Green Carnation - Maybe
7• Riverside - The Depth of Self-Delusion
8• The Decemberists - Till The Water's All Long Gone
9• Wishbone Ash - Leaf and Stream
10• Easily Embrassed - The Coin Spinner
♪** Clint Mansell - The Last Man

25 Aralık 2019

Kibrit suyu

En küçük yolculuklara kadar hepsine "kriz" dendi.  Anlatması zordu; kelimeler, nezaketinden yolda tökezleyip yerlere düşüyordu. Arta kalanlardan duyabildiklerine kendileri anlam yüklüyordu. Bir sürü teşhis cenderesi, kap kacakları psikanaliz dolu. Olsun bütün adımlarıma nöbet desinler, belge belge tasnif etsinler. Sen varsın ya, yanımdasın ya bu yollarda.., hatta bazen yaptığın gibi bak şimdi sen çağırıyorsun beni ya bu çok güzel. Dur! Neredeyse unutuyor, yanımıza kibrit suyu almadan çıkıyordum. Bu senin, bu da ben de kalsın...

19 Aralık 2019

"Kısa bir not"a dipnot niteliği

Çok uzun bir zaman geçmedi ama yine de "nicedir" diyebilirim. Bu kelimeyi kullanmak, kendi kendime kazdığım maden serini tünellerin bana bakan loş duvarlarını çiçeklendiriyor. Derin ötelenme bahçelerine varmak kolay değil. Çitlerini görene kadar durmaksızın kazdırır. Tahta çitlerinde rüzgarların uğultular taşıdığı posta kutuları sallanır. Artık bahçe kapıları görünene kadar kazmayla, onu taşımaktan başka işim olmuyor. Neyse! Kazmak iyidir; zihni arkeolojik kıtlıktan korur. Her zaman soyu tükenmiş izlere ya da dizi dizi sıralanmış anforalara ulaştırmasa da reddetmiş kalabalıkların kovuşturmasından uzakta, tünellerinde sere serpe kalakalmaya değer. Nicedir daha çok uğruyorum bu küçük devranlara. Nitelikli dolanmak! Hatta birinin kapısına, kendime postalar gibi kısa bir not bile düşmüşüm. Hayret küflenmemiş! "Nicedir şunu da dinlememişim." diye...

13 Aralık 2019

Süha - Hora

Kendi müziğinin Hezarfen'i, değerli dost Süha, bu yılın sonunda HORA isminde güzel bir üçleme çıkardı. Bu üçleme, dünyanın merkezine inen kasvetli bir İstanbul tüneli gibi, yankılarıyla dramatik öykülere uç veriyor. Başarılar...

09 Kasım 2019

Kestanemtrak

Derinliğe meylederek diyorum ki; bu öyküm, Kayıp Rıhtım Aylık Öykü Seçkisi'nin #124. Kasım sayısında yayımlanmıştır.
-
Bu öykü aşağıdaki eserler eşliğinde yaşanmıştır.
Aphrodite’s Child – End of the World
Kitaro – Aurora
Wishbone Ash – Leaf and StreamP
ink FLoyd – Marooned
Benimle dünyanın sonuna gelmelisin.
Bütün gün sessiz kumların üzerinde uzanabiliriz.
Boris Bergman

Her şey kestanemtrak bir şekilde bitti. Çok, çok sessiz… Ve görünen, denizin ufkunda büyüyen serin sis. Büyük gürültülerden en ürkmüş fısıltılara kadar tüm kıpırtılar öylece kaldı. Kendi öyküsünün sonundaki bu dünyada son yapraklarına veda eden ağacın zayıflayan gölgesindeydik. Olay ufkunun kıyısına yaklaşırken bakıyorduk, yıldızların sönüşüne dalıp gitmiştik. Zamanın akışının kendi içine doğru yönelmeye başladığını hissettiğimizde neredeyse bütün bunları göremeyeceğimizi düşünürken, düşüncelerimizin bile donacağından korkmuştuk. Neredeyse göremeyecektim. Neredeyse hiç göremeyecektim; ağır ağır indi sarartı, okyanus ağır ağır duruldu. Varoluşun tüm seslerinin yankıları gökyüzü boyunca tuhaf izler bırakırken, milyonlarca yıldır gelip geçen göçmen kuşların kanat izlerine karışarak ufka doğru akıyordu. Bulut yorgunu damlalar havada asılı kaldı. Dallarıyla, gökyüzüne kök salıyormuş gibi duran ağaçlardan, kızıla çalan çürümüş yapraklar dökülüyordu. Yaprakların çoğu toprağa serilmişken, bir kısmı zamanın durağanlığına esir düşerek, gözle görülemeyecek bir süzülüşle havadan yerlere iniyordu. Toprak karışımı gök nasıl olur biliyor musun?

04 Ekim 2019

Tahta Kuklalar İçin Ağlama Yastığı

Bu öyküm, Kayıp Rıhtım Aylık Öykü Seçkisi'nin #123. sayısında yayımlanmıştır.
-
"Kıyılardaki ağaçların dizleri; geleceğin mezarı."
Adnan Metin

İnsana, gördüğünde hayatı hatırlatan ağacın, yine insan tarafından tabutlar, mezarların içine çakılan tahtalar, çuvallardan fırlayan mızraklar, ölü yakıcılığı için kullanılan odunlar, hatta yakılan ölülerin nehirlere bırakıldığı sallar ve hatta hatta bir darağacı haline getirilerek ölümlere alet edilmiş olması da bu dünyanın hazin öykülerindendir. Bu öykülerin uç verdiği ve verdiği yerlerde kök saldığı çok daha hazin oduncu gömlekli başka öyküler, ölümcül ahşap tuzaklara düşen dehşetli gözler, hesaba gelmez tarihiyle nice mahkûmiyetlerin gölgelerini taşıyan sayısız tahta kafesler, tomruk kuyruklu orman filleri, sırtları yükten nasırlı atlar, katırlar, kağnı öküzleri, yıllar yılı odunlarla dövüle dövüle döndürülen değirmen eşekleri ve nice içe dönük

26 Eylül 2019

SOM BAHAR İÇİN ADIM BOHÇALARI

Geri dönerken ikimiz de gölgemizin isteksizliğine şahidiz. Sayısız kum saatinin nadide görkemlerle akıttığı zamanın şefkatli kumsalındayız ve her adımımızda yeni gezegenler görür gibiyiz. Geri döndüğümüz yön de kötü değil; gölgemizin isteksizliğini ikna etmeye çalışarak iki yandan koluna giriyoruz. Çok da üzgün sayılmaz ama bizimle olmasa bile burasıyla vedalaşmanın burukluğu ile hafif hafif dalgalanarak yürüyor. Biz de onun adımlarına uyum sağlamaya çalışıyoruz. Nezaketimiz adımlarımıza yansıyor, zamanın değirmeniyle oluşmuş kumsalda ayak izlerimiz de kendimiz kadar hafif, üzerine gelen yumuşak dalgalarla uçuşan virgül gölgeli kelebekler halinde arkamızdan başka yolculuklara çıkıyor. Neredeyse her bir adımda durup, gerideki kelebeklerin her birinin uçup ulaştığı yerlere ayrı ayrı ziyarete gitmeye zaman ayırmak istiyoruz. Kelebek ziyareti kısa olur. Üçümüz de biliyoruz ki şimdilik hala yeşil yapraklar. Fakat dingin, sarı bir evrenin bigbang çekirdeğinin içinden geliyor tıkırtılar.

Güneş, serinliğin belleğine doğru eğilirken, yakında tohumlar evlerine, sıcak odalarına çekilecekler. Onların loş evlerinin pencerelerinden eski filizlerini izlemelerine eşlik etmeyi umduğumuzu dile getiriyoruz konuşmadan. Gölgemiz biraz teselli oluyor bundan. Güneş eğildikçe, onun boynu gün doğusuna doğru uzanıyor, biz kuzeye ilerliyoruz. Yürünecek en güzel kıyılar, dünyanın güneşi denizlere battığı yerlerde değil midir? Ateşi sulara...

Bakışlarımıza henüz yansımamış milyonlarca düşünce gözlerimizin ardında sıraya girdiğinden, tüm zamanlarımızı sarmalar gibi tutuyorum elinden. Bir şarkının içinden geçer gibiyiz, adımlarımızdan notalar aksederken. Gideceğimiz yer de çok uzak sayılmaz giderek uzaklaştığımız bu sahilden. Orada da içinde nefes alış verişlerimizden doğan evrenlerin genişlediği küçük bir evimiz var. Orada da bizden kalma izlerin minderlere yaslandığı hatıralarımız var. Bir daire; sobalı değil, kaloriferli ama olsun. Klasik manzara tablolarındaki bacası dumanlı düş evleri gibi görünmez ama yine de şiirlere layıktır. Kafiyelidir duvarları, koltukları dingin, kapısı kavuşmalara aşinadır. İçe dönük cumbasında İzzet bakışlı kedimiz uyumaktadır. Penceresinden bu gökyüzünü izlediğimiz, uzaklara dalan bakışlarımıza bizimle eşlik eden bir daire, bizimle birlikte yaşayan, bizimle coşan, bizimle durağan, hüznü derinden, neşesi kendinden, devranımızla uçan bir daire! Üflesen durmaz...

Şimdi, özgül ağırlığını yitirdiğinden, çevremizde sadece sezgiler halinde salınan kelimelerimizi okuya okuya yürüyoruz. Gelen rüzgarlara yaprak dökmeye namzet bir ağaç gölgesine büyüyor gölgemiz, yaklaşan hikayelere ışık tutan bol rüzgar güllü bir deniz feneri gibiyiz. Helezon merdivenlerinde birikirken resimlerimiz, bu dünyanın bu kıyısına veda edecek değiliz, etmiyoruz da... O yüzden üzülme! Şimdi gidiyor olsak da, daha sonra uçan dairemizin penceresinden bakarken okumaya bıraktığımız bu liriğin işte tam da şu an içindeyiz. Böylece ayak izlerimizle tüm mısralarının altını çizeceğiz.

08 Temmuz 2019

Kırk yıl sonra "Ekinoks"





Jean' Jarre, '78'deki efsane albümüne (Équinoxe) , 2018'de yine kendisi atıfta bulundu: Equinoxe Infinity.

O günlere köprü olabilecek en güzel eserin bu olacağını düşünüyorum.

Ne de olsa bir ekinoksun kırk yıl hatırı var...

26 Haziran 2019

Uzun Günün Kedi Çobanı

Uzun güne buradan bakıyorum; şehrin bütün ölü hayvanlarının toplanıp bana seslendiği gündü. Bütün vedalaşmaların suçluluğu, bir enkaz gibi üzerime yığılıyordu. Çocukluğumda da yaşamıştım böylesi bir uzun günü: yerden yukarıya doğru kıvılcım saçan kediler koşuyordu... Böylece iki uzun günün arasında gidip gelen Nuh Gemisi'nin miçosuyu olarak kaldım: Kapıları kapanmadan onlara seslenen...

23 Mayıs 2019

Tuval üzeri yağlı boya konser

2015 Yılı'nın 16 Ekim Cuma akşamı Keith'i gördüm. Duvarın dibine yaka paça ama kendi kendine yaka paça savrulmuş bir şekilde, delice, hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Hatta oraya nasıl savrulduğunu da gördüm. Karanlık bir kapıdan fırlayarak tepe takla düştükten sonra çılgın ve içli hıçkırıklarla yerleri yumrukluyordu...

18 Nisan 2019

Yastığın Kıyıları

Kafamın içinde, bir vapurun makine dairesindekine benzeyen uğultu, yakaladığı her sessizlikte bana doğru yaklaşarak, kulaklarımdan dışarı halatlar atacakmış gibi yankılanır durur. Uzun zamandır böyle bu. İlk tanıştığım zamanı da hatırlamıyorum. Hatta o ilk karşılaştığım dönemde yaşadığımı tahmin ettiğim yadırgama ve bocalama dönemini de hatırlamıyorum. Belki de varlığımla birlikte yaşayan bir uğultuydu bu; benimle var olmuş ya da yaşıyor oluşumun içe dönük bir dışa vurumuydu. İçinde uzun süre kaybolarak zaman kaybetmek yerine, geri dönerken yolumu kolay bulabileyim diye, hızlı akışına bir takım işaretler bırakmaya çalıştığım düşüncelerimin dip gürültüsü de olabilir diye düşündüğüm çok oldu. Ya da en olmaz zamanlarda bile ucundan da olsa peşini bırakmadığım hayallerimin kurulma sesleriydi; zaman geçtikçe eskiyen ama eskidikçe geçmişi ile birlikte olası geleceğini de kapsayarak genişleyen hayal kurma mekanizmamın işleyiş sesleriydi belki de.  Günlük hayatın gürültüsü içinde fark ettirmeden derinlere çekilen ancak ortalık sakinleşince o derinlerden ağır ağır yükselerek zihnime yerleşen bu nazik uğultu, en çok da yalnız kaldığımda sesini cömertçe bana yaklaştırıyor, kendisini daha özgür bırakıyor tabii, bir sırdaş gibi.

O yüzden onunla ilgili not ettiğim gözlemlerimi, özenle derlediğim varsayımlar listesini, bazı akşamlarda o çok ender bana duyurduğu ve işaretler veren kelimeleri, yıllar içinde biriktirerek bir düzene koyduğum o kelimelerle okuduğum cümleleri ve o cümlelerle yol alarak gittiğim yerleri onun bu nezaketine saygımdan dolayı burada sıralamayı doğru bulmuyorum.
Yastıktan söz açıldığı için mi yoksa her sabah yastıkta gözüm açıldığı için mi bilmiyorum ama işte böyle sessizliklerde sesini bana daha iyi duyuran, kafamın içinde dolaşan bu uğultudan söz etmeden olmazdı. Yastık dediğim; uykuya dalarken başımı yasladığım her şey tabii.

Ne zaman yastığa başımı yaslasam, denizin derinliklerine doğru keman sesleri gibi yayılan zihnimdeki uğultunun uzun uzadıya soloları eşliğiyle başlayan o serpiştirilmiş gizli kelimelerin girizgahı, bir süre sonra yerini çok daha derinlerden gelen yankılara, o gözlerimi titreten yankılara bırakır. Uzunca bir zamandır çok derinlerdeki bir mağaranın karanlığına damlayan su damlaları gibi cılız yükselen bu  ağıtsı tınıları tam anlamıyla duyma gayreti göstermeden, kendimi hep akışına bırakıp dururum.
Beni hayattan alıp ölüme çeken ve ürkütücü şefkatinin kıyılarında günlerce gezdiren yankılardır bunlar; ben onlara ninni yankıları diyorum. Çünkü başka yankılar da var, aynı yastığın diğer kıyılarında, kıyılar arasında gidip gelen dalgalarda, dalgaların ortasında yükselen küçük adalarda, o adaların gün doğumu ve gün batımı kıyılarına vurmuş başka ıslak yastıkların kıyılarında, başka kıyıların köşelerine sinmiş başka yastıkların gözyaşı kıyılarında ve o kıyılardan çok uzaktaki derin suların yüzeylerine akıp duran başka yankılar da var. Onların hemen her birini isimlendirip, tasnif ettim ve bunu yapmaya da devam etmekteyim; bu tasniflerle oluşan ve gittikçe büyüyen bir kütüphanem de var. Ama ninni yankıları başka! Birkaç taneden fazladır bu ninni yankıları, hem birkaç taneden fazla hem de yastığın kıyılarına, o kıyılara eğilen esintilere ve o esintilerden çiseleyerek büyüyen dalgalara, o dalgaların kıyılara vurma hallerine, ilerlemesine, geri çekilmesine, aniden çarpıp milyonlarca parçaya ayrılmasına, ayrılırken de çıkardığı seslere, kendi sesiyle birlikte dökülen gölgelerine göre çeşitlilik gösterir. Her birine kendimce tanımladığım biçimler veririm. Bazıları çok belirgin bazıları ise kendine gömülen sesinde eriyen kıyı akıntıları gibidir. İçlerinden benim en çok duymak istediklerimle bana en çok duyurulanların teğet geçtiği bazı ninni yankıları ise birbirine aniden karışır ve o karışımdan  zihnimin orta yerine çok özel ve çok net görüntülerden, bol tomurcuklu bir demet uzatır. İşte ben o anda onları, o çok ender zamanlarda parıldayan fısıltı kıpırtılarını tam anlamıyla duyma gayreti gösteririm ve aslında o kadar net duymakta olurum ki çok da çabalamamış olurum bunun için. Duymamla birlikte de ağır ağır uykunun öldüren dinginliğine, uyku denilen ölümün enginliğine doğru aktığımı hissederim tabii.

Uyandığımda ya da sisli denize dik uzanan kasvetli uçurumlardan aşağıya doğru düşerken irkildiğimde, gözlerimi açmış olmama rağmen, bu ninni yankılarının akisleri hala gözlerimi titretmeye hatta dilimde kuruyan bir fısıltı halinde dalgalanmaya devam eder. Sadece kafamın içinde değil, net bir şekilde dışında da duyabildiğim seslere dönüşmeye başlar. Unutmamak için hemen tekrarlamaya başlarım ve kısa bir süre sonra bu tekrarlamalar, zihnimin içindeki yine kendi tortularından oluşan değirmenleri döndüren sayıklamalara dönüşür. Bense savrulduğum kıyıda kalırım; ardından el sallayamadığım batmakta olan gemilerin denize saplanmış kalemler gibi görünen direklerine bakmakta olurum o sırada.

Kıyılardan kayalara, uykulardan hayata olağanüstü armoniler doğurarak gidip gelen bu yankıların sadece uğultu olduğunu zannettiğim zamanlar çok geride kaldı. Her birini not etmeye, sayıkladığı kelimeleri, anlattığı hikayeleri, yarım bıraktığı şiirleri, devam eden romanları saklamaya belki zamanım yetmeyecek. Belki değil elbette zamanım yetmeyecek ve her şey yarım kalacak bu dünyada. Ama en azından zihnim var olduğu sürece ve kendi zamanım bitene kadar bunları duymaya devam edeceğimi, bu seslerin beni terk etmeyeceğini umut ediyorum.
Gün içinde nerede olursam olayım, kalktığım yastığın o son gemilere baktığım kıyısından, o ninni yankıları eşliğinde bakarım dünyaya. Böylece kasvetten ıssızlığa akan bu ahenkli seslerin bazılarını, bildiğim ya da yeni duyduğum bir takım şarkılara benzetmeye başlarım. Biraz önce dağılan dalgaların hangi şarkılara sıçradığını aramaya koyulur, dinlediğim, duyduğum sayısız şarkılara şüphe ile bakmaya başlarım. Kıyılardaki kayalara çarparak paramparça olmuş başka gemilerin boşlukta savrulan yırtık yelken bezlerinin, şarkı kılığına girerek yamalı bir yorgan gibi üzerime örtüldüğünü hissederim.

Bu ninni yankılarına en çok benzeyen, daha ilk duyduğumda evet yastığımın kıyılarına vuran seslerden biri buydu dediğim en son şarkı da buydu işte: Mreyte Ya Mreyte (Khaled Mouzanar). Böylece kendime şimdilik sadece üç tanesini açıklamaya karar verdiğim günün üzerinden üç yıl geçmişken, bu yastığın bu kıyısında duyduğum ninni yankılarının üçüncüsü işte buydu. Hem de hiç şüphelenmeden...
Duyduğum yankıların içinden, çevresinde parıldayıp sönen kelimelerden oluşan halkalarıyla süzülerek gelen bir ninni yankısı. Dinlediğimden bu yana bu şarkıdaki bu sesler, aklımın içindeki halatlara tutunarak damla damla aşağıya doğru akar ve aktığı sırada, kıyısında durduğum, durdukça da ayaklarımın altından kumların çekildiği iç çekişler denizinin ufkunda, yankıların çarparak parçalar düşürdüğü sarp kayalar beliriverir. Kararan fırtınalı gökyüzünü delecekmiş gibi yükselmiş olan bu kayalara çarparak dağılan karanlık köpükler eşliğinde bir diğer ninni yankısı olan Mourning The Death Of Aase (In The Woods) yükselmeye başlar ve iki yankı arasında öyle bir savrulmaya başlarım ki, benliğimden çıkıp ben de bir yankıya dönüşürüm. Dönüşürken de bu kıyıların arasındaki derin ve çalkantılı denizin ortasına doğru sürüklenmeye başlarım. Eğer aniden düşersem, derinliklerden Atom Heart Mother ninnisi beni sarmalayacaktır bilirim ve düşmesem bile kendimi çoktan bırakmış olurum...

Görüntünün olası içeriği: bulut, gökyüzü, açık hava, su ve doğa
Ressam: Conrad Martens (1853) Koleksiyon: The Walters Art Museum

26 Mart 2019

2027 İkinci Yolculuk (Cicatrices)

Daha önce şurada "Üçüncü ve Son Yolculuk" serencamına ek  sefer olacağına inanarak "Birinci ve Yeniden Yolculuk" olarak anlamlandırdığım seslerin devamı geldi.
Guilhem Desq, Zanfona'sıyla görünmez yelkenleri pupalıyor.
Bazı tınılar var ki, yankılarında iç bükey bir ayna parçası olmak istenir.

08 Mart 2019

Bir Gece Gezisi



Gün masumiyet gecesi, yas günü, fırtınalı bir gün ve dağın tepesinde
Alma, delikanlıya hiç bitmeyecek bir aşk şarkısı fısıldadı.

Söz: Amos Ettinger
Müzik: Meir Noy




15 Şubat 2019

Çaresizlik Öğrenciliği

"Öğrenilmiş çaresizlik" hakkında yazılı düşünürken...
Bu iki sözcüğü yan yana duyduğumda, tam tarif edemeyeceğim buruk hisler duyuyorum. Buruk kelimesi de çok yeterli sayılmayabilir, buna hüzünlü başka birtakım hisleri de eklemem gerekir. Bu sözcükleri duyduğumda bu iç burkan hislerle birlikte, bu sözcüklerle ilk tanıştığım genç yıllarımdan bu yana zihnimin kaydettiği görüntüler canlanıyor gözümde. Bu görüntüler, bu kavram hakkında çeşitli psikoloji makaleleri okurken gördüğüm deney görüntülerinden ibaret de değil. Çocukluğumdan bu yana gördüğüm ve zihnime kazınan bazı anların, olayların, seslerin bu sözcüklerle birleşerek arşivlenmesi durumu diyebilirim. Adına seçmeli denerek içi boşaltılmış psikoloji derslerinin dandik kitap sayfalarında beliren "küçücük bir kazığa ayağından bağlanmış fil ya da plastik sandalyeye bağlı duran at" görsellerini katmerleyen olayların üzerimize kurulan endüstriyel üretim parkurundan arka arkaya geçmesi değil midir yaşam?! İnsanın üretip geliştirdiği en korkunç şeylerden biridir çaresizlik eğitmenliği. Sandalyeye bağlı duran at resmine bakarak ata acıması insanın sefaletidir. Atın oradaki "aptallığına" üzülen zihin, öğrenilen çaresizliğe atıfta bulunur. Oysa atın uysallığını sömürerek çaresizlik öğreten o kara zihin hiç ele alınmaz. Öğrenilmiş çaresizlikte bile suçlu; öğreten değildir. Ve biz bunu tanımlarken bile edilgen sıfatlı tamlama kullanırız. Çünkü sıfatın bile içine edilmiştir.

30 Ocak 2019

Giryezar girizgahları...

Neresi terk edilmişse, orada iyi olacağımı bildiğimden, hemen oralara doğru yanaşmak çok eski bir alışkanlığımdır. O yüzden daha çok oralarda ve buralarda görünüyorum kendime son zamanlarda. Öyle ki terk edilmişliğinin durağanlığı benim yüzümden bir kıpırtıya kurban gitmesin, toza bulanmasın diye usul usul yanaşır ve varlığımı sezdirmemeye çalışarak çevresinde dolaşır ve sonunda bir kenarına otururum.
Bir zamanların belki de çok iyi bilineni, sıkça gelinen bir uğrak yeri olmuş olsa da terk edildiğinden itibaren başlayan unutulma süreci o eski bilinme döneminden çok daha güçlü bir dönem gibi gelir bana. Belki de beni de çeken o terk edilmişlik değil de o geçiş sürecinin kendisidir.
Terk edilmiş olan aslında terk edilmeden önceki halinden daha doludur. Uzunca bir zaman anıları biriktiren mekanizması durmuş ama geriye de üst üste yığılan anıların sessizliğini bırakmıştır. Başındaki ustası uzaklara gitmiş, otomatik bir matbaa makinesinin, karnındaki kağıtları bitirene kadar, üzerine baskılar basıp etrafa saçması, saçtıktan sonra da bir süre türlü tıkırtılarla boş boş devam edip ve nihayetinde takılıp kalması gibi.  ...

28 Ocak 2019

Geriye dönük kitap önerilerim

Gregor Samsa - Elma Çarpması
Tobias Mindernikel - Köpeğimin Hatıra Defteri
Jonathan Livingstone - Martı Katliamı
Rodion Romanoviç Raskolnikov - Serzenişler Mahkemesi
Robinson Crusoe - Daniel Defoe'e Mektuplar
Esther Greenwood - Bir Şiirin Özeti
Kaspar Hauser - Kayıp Çocuğun Karanlığı
Zebercet - Doğum Günü Resepsiyonu
Alaaddin Toptaş - Bulunamayan Hasan