Aslında bütün sorunumuz doğayla bizim.., Kendi icatlarımızla şişirerek dağlarca büyüttüğümüz arz ve üretim anlayışımızla, etrafımızı kazarak açtığımız çukurların derinliğine bakarak yükseldiğimizi sandığımız, geliştirilmiş hayatlar kuruyoruz kendimize. Öyle ki çok naif öznel isteklerimiz ya da ihtiyaçlarımız, gelişen nüfusla birlikte orantılandığında, korkunç makinelerin, devasa tesislerin çalışmasını ve geliştirilmesini gerektirecek ürkütücü bir üretime dönüşüyor çünkü; endüstriye.
Tüketen kesimin, tükettiği nice şeylerin nasıl üretildiği konusunda son derece umarsızlaştırıldığı yıllardayız. Gelişimi ve ilerlemesi asla olumlu sonuçlar doğurmayacağını bile bile biz hepimiz belki de bu endüstriden faydalanıyor ve tetikliyoruz. Temel ihtiyaçların dışında, ticari sektörlerin yaşamlarını sürdürebilmeleri için, ürettikleri ve dallandırıp inanılmaz çeşitliliklere saçarak büyük harcamalarla pazarladıkları, devasa kazançlar sağladıkları ürünleri de tüketen kitleler halindeyiz. Üstelik bu üretim için harcanan enerji ve açığa çıkan atıklara rağmen rahatlıyoruz. Rahatlıyoruz çünkü kendi ürettiğimiz konfor bize doğanın sağladığından çok daha hoş, rahat ve kolay geliyor. Satın alıyoruz, satın alıyoruz ve satın aldıklarımızın içine, tam ortasına tuhaf mutluluklarımızla kendimizi koyuyoruz. Eski çağlarda yok muydu endüstri ? diye düşündüğümde, "bu kadar hızlı ve çeşitli olmasa da elbette vardı" diyorum ama bunun yanında salınım, atık ve çöp yığınları bu denli devasa ve ölümsüz değildi. Ölümsüz değildi çünkü, konfor üretirken kendimize ölmeyen çöpler üretiyoruz. Tüm yaşamımıza donattığımız konforun hemen dış kabuğuna doğada ve hatta uzayda, bir türlü yok olmayan ve yok olmadıkça zehir saçan yığınlarla dolduruyoruz.
Şehirlerin üst mahallelerinde, hala kökeni olan doğal yaşamı yad etmek istercesine, küçük gecekondularında ya da müstakillerinde hala köy yaşamını sürdüren insanlar var. Zaman zaman şehir çevresindeki bu taşra mahallelerinde dolaşırken, kendimi müze gezisine çıkmış şehirli bir turist gibi hissediyorum. Kümeslerden gelen yumurtlayan tavukların sesleri aklıma devasa çiftliklerdeki kafes tavuklarının esaret dolu biyografilerini getiriyor. Ardından, iğnelerle şişirilmiş nice üretim hayvanlarını, nice ilaçlarla mutasyona uğratılmış meyveleri, tuhaf kirazları, dev çilekleri, aynı boy hıyarları getiriyor aklıma. Ardından senenin mahsulu çok olunca fiyatlar düşmesin diye denize kamyon kamyon sebze meyve döken insan azmanlarını getiriyor bu tavuk sesleri. Kümesin yanından geçerken duyduğum yumurtlayan tavuk sesleri aklıma, belki de birbirlerinin sektörlerini baltalayıp ortamı kendine çevirmek için, kuş griplerini, deli danaları çıkaran, kitlesel olarak hayvan öldüren diğer insan azmanları şirketlerini getiriyor. Milyonlarca tavuğun kireçlere gömüldüğü ya da yakıldığı günleri getiriyor aklıma. Ağzına sokulan hortumlarla, şırıngalarla zorla beslenen çiftlik hayvanlarının yeşil tepeleri görmeden kesime gönderildiği büyük şirketlerin arz talep dengesindeki istatistik ihtirasları geliyor sonra. Deri sanayi, yumurta sanayi, kürk sanayi, et kombinaları geliyor aklıma.., Aslında basit ve hafif bir öğle yemeği sipariş ediyorken lokantada. Dünyadaki tahıl üretiminin dörtte üçünün insanlara değil, insanların etlerini yediği hayvanları yetiştirmek için kullanılması geliyor aklıma. Doğanın arzını umursamadan kitlelerin talebiyle son hız ilerliyoruz ve herkes mutlu... Sınırlandırılmış doğa parçalarına, parklara, küçük ormanlara götürülen çocuklarımızın doğadan ne kadar tiksinerek uzaklaştığını gördüğümüz yıllardayız.
Donandığımız herşeyin ve hatta kariyerlerimizin bile ardında ürkünç gürültülü sanayileşmenin fabrikaları duruyor. Yatttığımız yatak, oturduğumuz sofra, açtığımız kapı, giydiğimiz ayakkabı, bindiğimiz taşıtlar, iletişim araçları vesaire.. Sonu gelmez bir şekilde üretim durmadan ihtiyaç fazlası olarak kazanlardan taşarken, nicedir hala dünyada fakirler ve düşkünler çoğunlukla.
Tüketen kesimin, tükettiği nice şeylerin nasıl üretildiği konusunda son derece umarsızlaştırıldığı yıllardayız. Gelişimi ve ilerlemesi asla olumlu sonuçlar doğurmayacağını bile bile biz hepimiz belki de bu endüstriden faydalanıyor ve tetikliyoruz. Temel ihtiyaçların dışında, ticari sektörlerin yaşamlarını sürdürebilmeleri için, ürettikleri ve dallandırıp inanılmaz çeşitliliklere saçarak büyük harcamalarla pazarladıkları, devasa kazançlar sağladıkları ürünleri de tüketen kitleler halindeyiz. Üstelik bu üretim için harcanan enerji ve açığa çıkan atıklara rağmen rahatlıyoruz. Rahatlıyoruz çünkü kendi ürettiğimiz konfor bize doğanın sağladığından çok daha hoş, rahat ve kolay geliyor. Satın alıyoruz, satın alıyoruz ve satın aldıklarımızın içine, tam ortasına tuhaf mutluluklarımızla kendimizi koyuyoruz. Eski çağlarda yok muydu endüstri ? diye düşündüğümde, "bu kadar hızlı ve çeşitli olmasa da elbette vardı" diyorum ama bunun yanında salınım, atık ve çöp yığınları bu denli devasa ve ölümsüz değildi. Ölümsüz değildi çünkü, konfor üretirken kendimize ölmeyen çöpler üretiyoruz. Tüm yaşamımıza donattığımız konforun hemen dış kabuğuna doğada ve hatta uzayda, bir türlü yok olmayan ve yok olmadıkça zehir saçan yığınlarla dolduruyoruz.
Şehirlerin üst mahallelerinde, hala kökeni olan doğal yaşamı yad etmek istercesine, küçük gecekondularında ya da müstakillerinde hala köy yaşamını sürdüren insanlar var. Zaman zaman şehir çevresindeki bu taşra mahallelerinde dolaşırken, kendimi müze gezisine çıkmış şehirli bir turist gibi hissediyorum. Kümeslerden gelen yumurtlayan tavukların sesleri aklıma devasa çiftliklerdeki kafes tavuklarının esaret dolu biyografilerini getiriyor. Ardından, iğnelerle şişirilmiş nice üretim hayvanlarını, nice ilaçlarla mutasyona uğratılmış meyveleri, tuhaf kirazları, dev çilekleri, aynı boy hıyarları getiriyor aklıma. Ardından senenin mahsulu çok olunca fiyatlar düşmesin diye denize kamyon kamyon sebze meyve döken insan azmanlarını getiriyor bu tavuk sesleri. Kümesin yanından geçerken duyduğum yumurtlayan tavuk sesleri aklıma, belki de birbirlerinin sektörlerini baltalayıp ortamı kendine çevirmek için, kuş griplerini, deli danaları çıkaran, kitlesel olarak hayvan öldüren diğer insan azmanları şirketlerini getiriyor. Milyonlarca tavuğun kireçlere gömüldüğü ya da yakıldığı günleri getiriyor aklıma. Ağzına sokulan hortumlarla, şırıngalarla zorla beslenen çiftlik hayvanlarının yeşil tepeleri görmeden kesime gönderildiği büyük şirketlerin arz talep dengesindeki istatistik ihtirasları geliyor sonra. Deri sanayi, yumurta sanayi, kürk sanayi, et kombinaları geliyor aklıma.., Aslında basit ve hafif bir öğle yemeği sipariş ediyorken lokantada. Dünyadaki tahıl üretiminin dörtte üçünün insanlara değil, insanların etlerini yediği hayvanları yetiştirmek için kullanılması geliyor aklıma. Doğanın arzını umursamadan kitlelerin talebiyle son hız ilerliyoruz ve herkes mutlu... Sınırlandırılmış doğa parçalarına, parklara, küçük ormanlara götürülen çocuklarımızın doğadan ne kadar tiksinerek uzaklaştığını gördüğümüz yıllardayız.
Donandığımız herşeyin ve hatta kariyerlerimizin bile ardında ürkünç gürültülü sanayileşmenin fabrikaları duruyor. Yatttığımız yatak, oturduğumuz sofra, açtığımız kapı, giydiğimiz ayakkabı, bindiğimiz taşıtlar, iletişim araçları vesaire.. Sonu gelmez bir şekilde üretim durmadan ihtiyaç fazlası olarak kazanlardan taşarken, nicedir hala dünyada fakirler ve düşkünler çoğunlukla.
Adalet falan aramıyorum yok öyle bir şey tabi, bunu çoktan belledik biz. Alışageldik çevreci, doğacı düşünceler de değil aslında aklımdan geçenler. Şöyle yapmalıyız, böyle yapmalıyız ağaç dikmeli hayvanları korumalıyız gibi şeyler de geçmiyor hiç aklımdan. Yapılan tüm çevre faaliyetleri kötü değil ama umut da yok, asla daha iyiye doğru gitmiyor ve gitmeyecek.
Ben neden bunları yazıyorum onun da bir netliği yok aslında, bütün bunların içinde kendimi iyi hissetmenin yollarını arayan bencilce karalamalar ve belki biraz hayıflanmalardır sanıyorum. Bu ve buna benzer bir yığın düşünceyle birlikte ben de bu icat ettiğimiz konforların ortasında kendime tezat bunları karalıyorum işte. Steve Jobs un dediği gibi; "İhtiyacımız olduğunu bilmediğimiz cihazlar üretiyor, ve sonra onlarsız yaşayamaz hale geliyoruz.
Ben neden bunları yazıyorum onun da bir netliği yok aslında, bütün bunların içinde kendimi iyi hissetmenin yollarını arayan bencilce karalamalar ve belki biraz hayıflanmalardır sanıyorum. Bu ve buna benzer bir yığın düşünceyle birlikte ben de bu icat ettiğimiz konforların ortasında kendime tezat bunları karalıyorum işte. Steve Jobs un dediği gibi; "İhtiyacımız olduğunu bilmediğimiz cihazlar üretiyor, ve sonra onlarsız yaşayamaz hale geliyoruz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder