Kime anlatsam inanmaz, kendim de şüpheyle dinledim içimden geçenleri. Şuraya not düşeyim, belki zamanla şüphelerim azalır;
Kendini tarif etmeye mecali yok ne zamandır biliyorum, şimdi ise ağzı dili kuruyor bu sene Ağustos'un.
Karbonhidrat taneleri dallarında pişerken, uzayan yolların titrek görüntüsüne böğürtlen mürekkebi gibi bulaşmış dağılıp duruyorum. Topladığım sololar kendinden geçen arpejlere dönüşerek ceplerimden, çantamdan damla damla sızarken, espasları genişliyor. Esintiler, kılavuzluk etmeyi bırakıp ağaç altlarında bayılırcasına kendini yığmış, öylece aroma dallarının altından bana dik dik bakıyor. Meyveler, dikenler ve yapraklar zor nefes beni izlerken onları görmezden gelmem mümkün değil. Algı kapılarımı çalmaya emek veren hiçbir kıpırtı, kapımda tahtaboşa kalmamalı. Böyle yamaçlı, dolambaçlı ve kendinden düğümlü adresleri arasında not edilecek şeyler de barındıran bu yolculuklar sırasında, sık ziyaretlerimle nasiplendiğim şu zamanlarda oldu bu:
Her adımımda ayaklarıma mıknatıslanan, çöl-çakıl yüzücüsü gölgem benimle bunca yıllık eş zamanlılığı bir an reddetti. Kollarım iki yanda ateş taban ilerlediğim yolda, sağ kolumun gölgesi neredeyse dik açıyla kalkıp bana bir anda diğer yönü işaret etti. Aklımdan akıp geçen uzun soloyu sert bir esle durdurdu tabii. Ama durup inceleyecek bir somut taş değildi bu, yok öyle bir deklanşör! O bunu yaptı, gölgeler yalan söyleyebilir mi? Solonun durması, görmezden gelmemi de tümüyle engelledi. İnkar edecek kadar da küstah olmam mümkün değildi. O an o yöne yönelmemi sadece hızlı adımlarımın içinde bulunduğu merkezkaç kuvveti biraz yavaşlattı ama engelleyemedi. O gün bu gündür, o diğer yönlerden ilerleyip duruyorum. İlerledikçe uzaklarda bir yerlerde bilemediğim ama yakından tanıyacağım birtakım kıpırtıların nabızlarının sesleri artarak yaklaşıyor, duyuyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder