Dik bir yamacın göze çarpmaz bir sakiniyim.
Adresim tarifsizdir; ölüp dirilmeye mahcubiyetle boyun eğen yeşilliklerin örttüğü entropinin nakışladığı konumlardan biridir.
Pastoral bir fırça izi olmanın elverişli bir delili, uzun bir yaşama kök tutmanın mektuplaşan görüntüsüyüm: Her mevsim ölüp dirilen yapraklarıma düşülen notlarla ontolojik hikâyemin girişi gelişmektedir.
Ben, bu yamaçta su içmeye eğilmiş bir yük eşeğinin omurgası gibiyim, ağırlığa direnen, yokuşlara çapraz mısralar düşüren müzik kulağı tüylerimde titreşen seslerin dinginiyim: Her yaz yüklendiğim meyveler renkten renge çalmış bir şekilde, gölgeme tutunamayan taşlarla birlikte aşağılara yuvarlanırken fizik kanunlarını menzumeleştirir.
Her mevsim içimde başkalaşmasına tanık olarak beklettiğim şarkıların doğacak sololarını ben bile kestiremem; krizalit notalardır, armoni kozaları, derinlerde davul atakları gibi nabız atan sürgünler...
Tüm yapraklarım ve yapraksız kılcallarım, esinti bekleyen minör gamlarla sentezlenmektedir.
O bekleyiş ki; solosuna başlamak üzere son hazırlıklarını yapan rüzgâr flütü virtüözlerinin bekleyişi gibidir.
O bekleyiş ki; dünyayı içine çekercesine derin soluk alırken, parmakları, doğacak notaların ön sessizliklerine dokunuyor gibidir.
Bana ulaşan bir yol yok gibi görünür, ilk ekinokstan sonra boy atan ve ardından sarı saçlarını titreten çayırlarla çevriliyimdir, böğürtlenlerin bedenine mürekkep çekilmiş dolma kalem uçları eşlik eder.
Zaman zaman gizli patikalar oluşur; yağmurun gelişiyle nazik lütufların suyun ağırlığını değdirdiği başakların mahcubiyetle eğildiği dar ve belli belirsiz yollardır.
Bir hipotenüs patikasıdır evim, bu dik yamaca yuvarlanan kafiyeler dökerim, bazıları çayırın saçlarında mısralara dönüşürken, bazıları kendi solosunun zembereği olarak şekillenir.
Hiç ayak izi yoktur etrafımda, onun izlerinden başka. O izler ki, şekillenen manzumelerin hecelerine basmaktan çekinen adımlarla bana yaklaşan küçük mühür lekeleri gibidir.
Demem şudur ki: