Oluk oluk insan akan yollar görünür, dünyanın yalnızlıklarının çatı oluklarında. O insanların aralarındaki boşluklar, beyin kıvrımlarındaki lekeler gibi bir söner bir parlar. Sızarak içine, yavaş yavaş sürtüne sürtüne hedefine varmaya çalışan ayakların üzerinde devinen gidiş gelişli aklının hülyalarında seyirtirsin. Başka seyirtmelere bulaşa bulaşa, başka seyirtmelerin başka ayaklarına, başka ayak seslerinin göğe açılı göz çarpmalarına bulaşa bulaşa... Kalabalıkların kıvrımlarında, bir an önce oradan, onlardan kurtulma ihtirasıyla tökezleyen bedenlerin savruk endişelerine çarpa çarpa, hedefsizce dolanan, sorgusuz ve gidişinin içeriksizliğini aklının derin koridorlarına bırakmış ve aslında orada o kalabalıkta değil, içine çektiği nefesle birlikte göğsünün içindeki falezlere vura vura ilerleyenler de vardır. Susturan iç denizlerinin alçak basınçlı nemini, silik beyaz gölgemsi köpükler halinde kollarının ardından savura savura giden mazinin çobanları da vardır. Bir yönsüzlüğe doğru ilerleyen ve gözlerinde irileşen dehliz geçitlerinin karanlıklarını gizlemeye çalışan üzgün insanların, bir deniz kıyısı, bir orman, ıssız bir tepeye muhtaç gölgelerinin isteksizliklerinin bu kalabalıktaki çığlıklarına da, içine düştüğü açmazlardan nasıl kurtulacağını bilemeden, soramadan, konuşamadan ilerleyen yayan yalnızları ile pür kahkaha esrik eğleşiklerin sesleri karışır durur, durmaz da akar bir de..,
hayat denen o labirentin her bir duvarına vura vura ilerleyen,ilerledikçe her bir duvardan iz alıp iz bırakanlar vardır birde
YanıtlaSil