30 Aralık 2009
29 Aralık 2009
19 Aralık 2009
LΛBİRENT
03 Aralık 2009
düz durmayan düstur
02 Aralık 2009
Eloy - V•I•S•I•O•N•A•R•Y (2009) / Illustrasyon.eloy
1. The Refuge (4.54)
2. The Secret (7.45)
3. Age of Insanity (7.56)
4. The Challenge (Time to Turn, Part 2) (6.44)
5. Summernight Symphony (4.22)
6. Mystery (The Secret, Part 2) (9.00)
7. The Thoughts (1.22)
Genel anlamda irdelemek, ilgilisine ve dinleyicisine kalmış görecelikler içerse de, Visionary ile Eloy, bence beklentilerin üzerinde bir albüm çıkardı. Genel tınılar 70 lerdeki güçlü stillerinin altında ama 80 lerdeki dağınıklığın oldukça üzerinde başarılı bir albüm olmuş. Şahsen albüm, Eloy 'un iyi albümler bölümünde kesinlikle yerini aldı.
Albümde bulununan ve önceki albümlerinden Time To Turn 'ün devamı veya kendi tabirlerince cevabı niteliğinde olan The Challenge, grubun mypace in de yayınlandı.
Öte yandan, şahsi kanaatimce, The Refuge / Age of Insanity ve Mystery, özellikle dikkate alınması gereken parçalar diyebilirim. İnayetle..
26 Kasım 2009
22 Kasım 2009
10 Kasım 2009
Bo Hansson
66 'da ülkeye gelen Hammondçu Jack Mc Duff'ı izleyen Hannson, hammond orga vuruldu ve yoğunca ilgilenmeye başladı. Doğaçlama yapabilir , gruba ritm tutabilir ve ayağıyla bas partisyonlarını çalabilirdi. Gitarı bir kenara birakıp org çalmaya karar verdi. Hammond o zaman daha da pahalı bir enstrümandı. Aleti çözmek için bir kaç dolap çevirmesi gerekiyordu. Plan basitti; Merrymen den arkadaşı Bill Öhrström ile birlikte müzik aletleri satan dükkanlara girip müşteri rölü oynuyorlardı. Bo klavyenin başına oturuyor ve aleti test ediyordu. Bill ise dükkan sahibini oyalıyordu. Bunu Stockholm 'de uzun süre, bir çok dükkanda denediler. Sonunda arkadaşı Bill , Bill 'in kız arkadaşı ve bazı diğer arkadaşlarının özverili yardımları ile taksitle nihayet bir Hammond alır. Kısa bir süre sonra, keşif ve heyecan dolu ilk dönemlerindeki bir konserlerinden sonra, taksitleri ödeyemediği gerekçesiyle Hammond icra memurları tarafından geri alınır. Bu onun için bir yıkım olur. Uzun zaman sonra Hammond alabilecektir. Polydor 'da yapımcı olan Bill Öhrström Bo 'yu bir çok müzisyen ile tanıştırır. Bunlardan caz davulcusu Janne Karlsson ile bir ikili oluşturup Hansson & Karlsson adı ile çalışmaya başlarlar. 67-69 arasında 3 albüm yayınlarlar. Çıkardıkları ilk albüm eleştirmenlerce halen İsveçte yayınlanan en iyi enstrümental albümlerden kabul edilmektedir. İkili İsveçi boydan boya bir çok kez turlarlar. Küçük klüplerden, büyük açıkhava konserlerine kadar bir çok yerde çalarlar. En önemli konserleri 1967 de Cream 'in alt grubu olarak çaldıkları bir konser sonrası Jimi Hendrix ile jam session yaptıkları gecedir. Hendrix, Hansson & Karlsson'un büyük hayranlarından biridir. Hatta Hansson 'un bestesi Tax Free'yi kaydeder.
1970 de Hannson, Tolkien 'in o sıralarda da çok meşhur olan "Yüzüklerin Efendisi" üçlemesi için bir albüm yapar. Bu onun ilk kişisel albümüdür. Stokholm 'deki takım adalardan birinde kiraladıkları bir kır evinde dört kanallı bir kayıt cihazıyla yaptıkları kayıtlardan sonra küçük bir stüdyoda sekiz kanala terfi ederler. Miksajları İsveç ulusal radyosunun sütdyolarında yapılır. Albüm çıkar çıkmaz büyük başarı kazanır. İsveç radyosundaki gençlik programının tanıtım müziği olur. O yıllar Bo Hannson'un en yaratıcı periyodudur. Stokholm 'deki kır evinde kaydettikleri diğer parçaları, Ur Trollkarlens Hatt ,1972 (Magician's Hat) isimli ikinci albümünde kullanılır. Bo Hannson'un bir özelliği de solo olarak küçük bir kaç konser dışında hemen hemen hiç bir konserde yalnız çalmamış olmasıdır. Bir kaç kez Fläsket Brinner'in ( Yanan bedenler !! ) konserlerinde eşlikçi olarak yeralmıştır. 1975 de üçüncü albüm (benim en sevdiğim) Attic Thoughts yayınlanır. Kebnekajse gitaristi Kenny Håkansson ile çalışan Hansson bu albümde daha deneyseldir. 1977 'de yine Kenny Håkansson ile Watership Down albümünü çıkarır bu albüm sonrası 1985'e kadar sessiz kalan büyük klavyeci, son albümü olan Mitt I Livet 'den (hayatın ortasında) sonra hiç bir albüm çıkarmaz.
1972 Lord of the Rings, Charisma (originally released in Sweden as "Sagan om ringen" in 1970)
1974 Magician's Hat, Charisma (originally released in Sweden as "Ur trollkarlens hatt" in 1972)
1975 Attic Thoughts, Charisma (released in Sweden as Mellanväsen)
1977 Music Inspired by Watership Down, Charisma (released in Sweden as El-Ahrairah, YTF)
1985 Mitt i livet, Silence Records (released only in Sweden)
Håkan Lahger'in yazdığı makaleden çeviri.
28 Eylül 2009
26 Eylül 2009
Siyah Nehir
siyah bir nehir akar, kalbimin denize ulaşamayan deltalarında.. siyah bir melek yüzer ve ben ona ağıt yakarım içten içe.. bir kor olur, yanar durur ağaçlar, aydınlığa uçar kelebek bulamaz.. cennetin bir köşesine sığınmak için, atlarım siyah nehrin zarif gecesine.. ama hiç bir zaman hiç bir zaman açamam gözlerimi.. aydınlığa uçar kelebek bulamaz..
16 Eylül 2009
Çımacı
Denizşehri olan diyarlardaki her ayak izinde, her seferde boynuna dev halatlar geçirilmiş iskele kafalarının infazî feryatları kalır, o yüzden gövdeleri tuz ve martı gırtlağıyla bezeli gemiye binmiş ve gemiden inmiş her beden, biraz acı bir hikaye bulaştırır şehre. Her çımacı çımacı değildir iskeleye ilk vardığında, yavaş yavaş çımacılaşır. Denize evrilen aklını taşıyan gözleri deniz fenerine dönüşür ağır ağır, martı çığlıklarıyla beslenir artık çay bardağı. Aklı, düşünceleri, kafası çımacılaştıkça; Kalabalıklardaki her bedendeki giysileri her giysideki ipleri görür. O yüzden elleriyle değil tüm bedeniyle bir anda kavradığı halatları bütün insanların düğmelerinden de geçiriverir. Kimisini denize iliklerken, kimisini dönmemecesine karanın iskele babalarına, o hergün halatlarla boğulan kafalara mıhlayıverir, kimse farketmez, vapurdan iskeleye sürdüğü tahta köprüyü tekmeleye tekmeleye geçen fütursuz deniz yolcuları da...
Bu deniz yolcuları dikkatle bakıldığında aslında hiç de deniz yolcuları değildir. Tek dertleri bir kara(nlık) dan bir kara (nlık) ya geçmektir. O yüzden deniz değil düpedüz kara yolcularıdır onlar. Gittikçe denizden uzaklaşan kara yüzleri ve durmadan çalan cep telefonları eşliğinde sakil bir alay gibi geçer giderler eze eze denizleri.. Acıyla bir bağırır ki gemi, sesi iskele ötesi şehrin tepelerinde iki kez yankılanır ve her gece çımacı, halatlarını deliğinden geçirdiği dev iğneleri kendine batırır.
İşte, iskelenin feryatlarında debelenip duruyor gibi gözükse de çımacı, gişedeki deniz hatları görevlisinden, iskelede bekleyen tüm yolculardan, vapurun derinliğindeki çarkçıbaşıdan ve hatta kaptandan bile daha denizdir.. Tuzludur elleri kolları, denizi denizden bakarak görür, karada duran bir deniz eskisidir çımacı, daha da eskiyenleri de deniz neferi.. İşte çımacı her gönderdiğinde gemiyi ve yalnızlığında iskelenin, o izlere bakarak içer çayını ; Uzak uzak gemilere atarak çımasını.
12 Eylül 2009
10 Eylül 2009
Altan Urag / Moğol Folk Rock
07 Eylül 2009
03 Eylül 2009
incinmeyen karıncalar
Çoğunlukla kişilerin diğer kişiler için kullandığı bu konuşmaları bir de bazıları kendileri için birebir kullandıklarında ise, durum tam anlamıyla ego yağmuruna dönüşüyor. Tabi konuşmacı karşısında, bunları duyan veya dinleyenlerde de; onaylayan yarı hüzünlü sevecen kafa sallamalar, çok şaşırtıcı bir şey duymuş gibi şaşkın şaşkın bakmalar, “böyle insanlar da az bulunur” tavrıyla olaya hakim ve anlamış duruşlar, eğer iki kişiden fazla bir ortamsa devamı niteliğinde başka başka cümleler çıkarmalar, peşi sıra bakışmalar, fısıldaşmalar da takip ediyordur. Bir de bu ego yağmurunda şemsiyesiz boş boş bakanlar da oluyordur elbet.
Kendisinden bahsetmeye pek eğilim gösteren insan türünün, çoğunlukla kendince ve çevrelendiği değerlerce, hoş duruşu olan yanlarını dile getirmesi de buna paralel tavırlar içinde sayılabilir.
Sevgi, hassasiyet, duygusallık gibi insani ve ruhani iyi olduğu öngörülen vasıfların, kişilerdeki hayat buluşlarının ifadesi için, insan karşısında aciz olan diğer canlıların neden kullanıldığı ise; yine sonu yoketme eylemine varan bencillikte gizleniyor. Özellikle hassas ve insancıl denilen kişilerin bu iyi niyetli hareketleri, bir öldürme öldürmeme fiiliyatına bağlanıyor. Kendinden küçük canlıların, daimi öldürülesi bir durumları varmışçasına, -bir tabir olarak- katli vacipmişçesine bir tavırla, bir ot bile koparamamak, karıncayı bile incitmemek, yolda salyangoza dahi basmamak, hatta işi daha da derinleştirerek klasikleşmiş deyimlere deyim eklercesine, bir akrep bile öldürememeye kadar varmakta.
İnsanın bir karıncayı öldürmesi çok olası, hatta normal bir şey de aralarında bazıları var ki onu dahi yapmıyor. Ne büyük başarı, ne büyük varoluş.
*/*/*
Topluluğu içerisinde hassas, insancıl, duygusal, nazik ve benzeri sıfatlara yakıştırılan ya da daha iyimser olarak çevre bilsin bilmesin kendileri böyle olan kişilerin, kendi egolarını akıllarına bile getirmeyip, (yani kendinden bahsetmeyen karınca incitmezleri düşünelim) tümüyle yalnız başlarına yapageldikleri bu küçük özgün hareketleri kendi özgür iradelerinden kıskıvrak yakalanıp onun tüm yaşamına, karakterine yapıştırılabiliyor. İkinci şahıstan birçok şahıslara doğru yola çıkan böylesi methiye cümleleriyle birleştirilen bu kişinin içindeki kişi ile anlatılan kişi arasında tuhaf bağlar kuruluyor. Bir kişinin “o kadar iyi biridir ki” olması, ufak hayvan katliamlarına, olası cinayetlerine bağlanıyor. Ortaya bu cinayetleri işleyen insanların iyi ama biraz umarsız, işlememek için çaba sarfedenlerin de mükemmel olduğu sonucu çıkartılıyor.
*/*/*
karınca dedi ki : “o karıncayı bile incitmez” ama .. piknik yapmaya gittiğinde en karıncasız yeri seçer … dönerken çöplerini bırakır / … ama ıstakoza bayılır… / ama bir ömür boyu insanların kafasına basar, yakın çevresine manevi eziyet eder, gün gelir dönüp onlara ben sizin için çabaladım hep ! diyebilir.. “
07 Ağustos 2009
30 Haziran 2009
çocuklar artık hayal kurmuyor...
Kadıköyü'ndeyken çarşıdaki pastanesinden, sonra Cihangir'e taşınınca, ancak Bahçekapı'ya gidişlerimizde Bahçekapı'daki şekercisinden lokumlar, çiftekavrulmuşlar, akide şekerleri, bademezmeleri aldığımız Hacıbekir'in apartman sahibi olmasını yadırgar; onun, yalnızca çok sevdiğimiz şekerlerin, şekerlemelerin varlığı bizce meçhul yaratıcısı olmasını isterdim.
Öyle ya, bir rüya ikliminden çıkagelmiş güllü, fıstıklı, bademli lokumlar, sakızlı, tarçınlı, portakallı, naneli akide şekerleri, herhangi bir apartman sahibinin marifeti olabilir miydi ? Hacıbekir'i mağrur ev sahibemiz Sabahat Hanım'la onun bir hayli çekindiğimiz kocası Nihat Bey'le ya da tanıdığım böbür böbür başka apartman sahipleriyle bir tutmak, apaçık kalbimi kırıyordu.
Selim İleri / Şadiye Sultan ~ giriş...
28 Haziran 2009
nick drake...
Kürsülere çıkmak istemeyen, çok az sahneye çıkmış (fairport convention), stüdyoda gözlerden sakınmak için çoğun duvara ya da gözsüz bir yere dönüp çalmış, söylemiş ; kayıt yaparken önce gitarını çalan sonra üzerine seslendiren... Pek evden çıkmayan, az arkadaşı olan, dünyayla boşandığı gün Bach' tan brandenburg konçertoları nı dinlemiş, başucunda da Albert Camus 'un "Sysphos Söyleni" ni, odasının penceresinde de o hüzün ağacını bırakmış, tınılarının ben ve insanlar tarafindan takdir edilmeye başlamasından 20/30 sene kadar önce ölen şairane müzisyen...
24 Haziran 2009
07 Haziran 2009
30 Mayıs 2009
görme biçimleri...
Reklam der ki; Aldığınız bu yeni nesne, sizi bir bakıma daha zenginleştirecektir – aslında o nesneyi almak için para harcayarak biraz daha yoksullaşacak olsanız bile!
Reklam, yüzeysel görünüşü değişmiş, bunun sonucu olarak kıskanılacak duruma gelmiş insanları göstererek bizi bu değişikliğe inandırmaya çalışır. Kıskanılacak durumda olmak, çekici olmak demektir. Reklam çekicilik üretme sürecidir.
(...) Alıcıya satmaya çalıştığı ürünle ya da olanakla çekicilik kazanmış olan kendi imgesini yansıtır. Bu imgeyle alıcıda, kendisinin gelecekte olabileceği durumu özleten bir kıskançlık uyandırır. Bu kıskanılası Ben'i yaratan nedir öyleyse? Başkalarının duyduğu kıskançlıktır elbette. Reklam, zevk değil mutluluk vaat eder bize: dışarıdan, başkalarının gözüyle görülen bir mutluluk. Kıskanılmanın getirdiği bu mutluluk da çekicilik yaratır.
Kişisel notum: Bencilliğin sınırları yoktur. Ego, yaşam ihtiyaçları ötesinde dağlarca kabarmaktadır. İnsan kendi ego dağlarında küçük ben merkezli mutluluklarını büyük sayarak yitip gitmektedir.
19 Mayıs 2009
29 Nisan 2009
bir ses duydum !!
06 Nisan 2009
10 Mart 2009
öte umutlar
High Hopes - Pink Floyd
ufkun ötesinde, gençken yaşadıgımız yerde... mıknatıslar ve mucizeler dünyasında... düşüncelerimiz başıboştu, sürekli ve sınır tanımaz bir şekildebaşlamıştı, ayrılık çanları çalmaya... geçitte ve uzun yol boyunca buluşuyorlar mı, hala kesişme noktasında... bir grup vardı, paçavralar içinde ayakizlerimizi takip eden, kaçan, zaman düşlerimizi almadan önce bizi toprağa baglayan sayısız küçük yaratıgı geride bırakıp yavaş bir çürüme tarafından tüketilen bir hayata giden...çimen daha yeşildi,ışık daha parlaktı dostlar etrafında mucize gecesinde... ardımızda yanan köprülerin közlerine bakıyoruz diğer tarafın ne kadar yeşil oldugu ilişiyor gözümüze... adımlarımız ileri atılıyor, ancak uykumuzda geri yürüyoruz, sürüklenerek bir iç dalganın gücüyle... daha yükseklerde sakin bir bayrakla ulaştık düşlenen dünyanın baş döndürücü dağlarına sonsuza dek arzu ve tutkuyla yüklü bir açlık daha var doyurulmamış yorgun bakışlarımız hala başıboş geziniyor ufukta çakılıp kaldığımız halde bu yolun üzerinde defalarca... çimen daha yeşildi,ışık daha parlaktı tat, daha tatlıydı mucize gecesinde dostlar etrafındaş afak sisi ışıldıyordu su akıyordu sonsuz nehir sonsuza dek, daima
28 Şubat 2009
29 Şubat
22 Şubat 2009
yalancı deniz
Bilakis yine yalancı deniz
Ama dürüstçe köpürdü sana
Kanatlarımı anlatırken
Cüretkar ama aldatıcı bulutlar
Ne kadar gürültü yapıyorlar
Elimde değil
Ne bir çiçek ne bir kelebek tertemiz
Görür gözler
Cücelenirken iskeleler
Çımacı rolüne giyinirken cüceler
Ama yalan bile değil yalancı deniz
Yalan kadar doğru değil
Gizlice dinle beni
Dalgaları duyarcasına
Ey yalancı deniz !
Ege suyudur sana hediyem
Elimde değil
Ne bir zerre ne bir yosun ne bir kefen
Elimden değil
Bilakis yine yalancı deniz
97
18 Şubat 2009
bir kıyının ölümü...
dürülürken gizledi seyrini
sırtında tuzlu gülüşlerin
çalakürek mahir sesleri...
geride bile kalmayacak ki
tütün kokulu ağ düğümleri
gizli kumunda ayak izleri
zamanın köpüklü zembereği
geride kalan, bir kıyının
içimdeki şiirsiz ezikliği
tek tük martı kırıntıları
geçmişin manzarasız tarihi
gözlerimde tuzlu akıntısı
alaboralı eğri dutları
canhıraş geçer üzerimden
yorgun kürekli tabutları