Labels

Defterî (44) Edebî (49) Fotoğraf (13) Grafik (29) Însan (40) Malûmat (7) Mûzik (70) Tasarınâme (9)

28 Aralık 2018

İkinci "Duygular Arası Geleneksel Hüzün Haftası"

Geçen yıl ilki ağlanan hüzün haftasının yıl dönümüyle yine siz değerli sessizliklerle birlikteyim.
O gün, şurada hiçbir şeye aldırış etmeksizin bir şarkıyı alıp da ödüllendirmişim, ne de iyi bir kararla yapmışım bunu. Bu gün ise artan zorbalıklarla daha da sefalete sürüklenen dünyanın bu kenarında yine küçük bir ödül merasimi yapmak istiyorum. Yine aynı şarkı mı!? Evet, kolay kolay bırakmam ama bu defa yanına birini daha davet ediyorum. Ediyorum ki neredeyse ikisi aynı anda kapılacak kapılacak akıntıya... Bir konuşma hazırlamama gerek yok, önceki konuşmamı tekrarlayayım.

Bu sesleri, kendi dünyamın, bu senesinin giryezar köşem ilan ediyorum.
Till the waters, leaf and stream is all long gone...

Zindan Rindânı

Zihnindeki kelimeleri kaybetmemek için çalakalemdi elleri...
Öyle ki; sanki kağıtlarda derin çukurlar açıyordu,  her yanı çalakürek kazılmış mezarlarla dolu gibiydi. İçinden geçip gittiği dünyayı düşündü...
Dünya; ölülerin karman çorman birbirine karıştığı, evrenin devasa mezarlığı! Karanlığın parıldayan sulu gözü!
Nihayetinde kendi ıssız adasında veda eder insan, "keşke burada olsaydın" diyerek birisine... Geride bırakılan hep; ağlayarak hatırlanan güleç günlerdir...

18 Aralık 2018

Kısa bir not...

Yaşamın bu kenarını hatırlamak için buraya birkaç kelimeyi taşlaşmaya bırakmaya ne kadar istekli olduğumu bilmiyorum. Bakıldığında çok şeyi ifade eden ama ederken kımıldamaktan feragat göstererek zamana nöbet durmuş heykeller gibi...



13 Aralık 2018

Deniz Çocuğu

Dedi ki:
Motorun sesine katlanmak böyle huzur vermezdi;
gideceğimiz yer ada olmasa...


16 Kasım 2018

Afrodit'in Çocuğu'ndan izler bırakan hatıra...

Denizin Küçük Kızı'na...
Vangelis (Evangelos Odysseas Papathanassiou) bu besteyi yaparken henüz 20li yaşların sonunda ve Aphrodite's Child grubuyla ve o anlarda hayatta olan Demis Roussos ile birlikte parıldıyordu.

Bu müthiş eserin bilinen ilk kaydı 1970 gibi görünüyor.
İlk olarak Frederşc Rossif'in yönettiği bir belgesel filmde (Animal Kingdom) kullanılmış.
O tarihten sonra da dünyanın bir çok yerinde ve yapımında yankılanıp durmuş.

Vangelis'in bir diğer şaheseri olan (Aphrodite's Child - 666 albümündeki) Aegian Sea (bilenler bilir) parçasının içinden yankılana yankılana doğmuş hüzünlü bir tınısı vardır bu eserin.., belki de Aegian Sea bunun içinden dalgalanıp uzanmıştır. Öylece birbirlerine karışan ama notaları birbirine değmeden salınan eserlerdir. 
 "La Petite Fille de la Mer"

07 Kasım 2018

"The Road to Eden" ambient-mixer'de...

Geçen sene yayımlanan "Genesis" müzik projemdeki
"The Road to Eden" isimli çalışma, bir ses atmosferi sitesi olan;
https://www.ambient-mixer.com/ 'da paylaşıldı.

https://ambient-music.ambient-mixer.com/the-road-to-eden

02 Kasım 2018

Yazıtları...

Bu eserle tanışmış olan bir çok insanın yıllar geçtikçe, tahmin edilmeyecek zamanlarda aniden dinleyesi tutar. "Epitaph" öyle bir şeydir çünkü...
Epitaph öyle bir şeydir de bu isimde yapılan her şey sanki çok dokunaklı oluyor ya da en azından benim rastladıklarım öyledir diyebilirim.

Benim de o anlardan birinde PC başındayken, elimin altındaki ilk kolay kaynaklardan (online müzik servisleri ya da elimdeki ses arşivi) erişebilecek olmama rağmen nedensizce YouTube'dan açmaya yöneldiğimde "ironicl" isimli arkadaşın bu video + çeviri çalışmasıyla karşılaştım.
İyi ki de karşılaşmışım. YouTube'un telif engeliyle pek karşılaşmadan, çok güzel müzik eserlerine alt yazılar yazan ve kişisel video kolajlarıyla klipler hazırlayıp yayınlayan arkadaşa selam ediyorum, eline sağlık.

King Crimson'ın Epitaph'ından (1969) söz ediyorum. Tabi oradan yola çıkarak rüzgarı 2014'lere kadar uzayan ve Mike Oldfield'a da "Nuclear" bestesini yaptıran da aynı Epitaph'tır.
Bir de yakın zamanda bir başka bambaşka beste Epitaph'ıyla karşılaştığım Antimatter var ki, bu "Yazıtlar" böylece sürüp gidecek gibi duruyor. Belki böylesi güzel Epitaph'larla karşılaşmaya devam ederim. Buraların sessizliği ise hiç de fena değil...

İşte söz ettiğim bu "Yazıtlar"ın üçü de aşağıda:..





19 Ekim 2018

Ateş Dağı Çocuğu

Dedi ki:
İçimde büyük üzgün birisi var; kocamanlığı hüznünden.
Uzaktan bakıldığında salıncakta sallanmadan oturup kalmış bir çocuk gibi görünür, elleriyle zincirlere sıkıca tutunmuş... Daha uzaktan bakıldığında ise küçülmeyen bir görüntüsü olduğu fark edilir. Sandalyesinde oturur gibi görünür bu ihtiyar, durmadan yıkılan ağaçlarını tekrar diktiği küçük bahçesinin kenarında duran... Son nefesi geldiğinde kimseye yük olmamak için önceden kendi mezarını kazmak ister ama içindeki çocuk görecek diye bir türlü buna cesaret edemez.
Rüzgar biraz dinse hemen közü sönecek...


17 Ekim 2018

Kum Dağı Çocuğu

Dedi ki; bu gördüğün içimdeki kum dağlarının görünen fırtınasıdır.
Bu fırtınayı kazanalı çok olmadı.
Her çocuğun kum dağları vardır çünkü. En azından bendeki çocukların hepsi böyle.
Bu çocukların çocuklukları ile yaşlanmış çocuklukları arasındaki çağlar boyunca yıkıla yıkıla biriken kumdan kalelerin dağlarıdır...
Dur! Bu köz, bu fırtınada alev alacaktır: közümü kesme! Devam edeceğim...

26 Eylül 2018

Buzdağı Çocuğu

Dedi ki:
Bu gördüğün; içimdeki buzdağı çocuğunun görünen kısmıdır.
Bir de gölgemde gizlenen ihtiyar var, o da çok ortalıkta değildir, en çok bu çocuğa görünür.
...
İhtiyar, durmadan tamirat işleriyle uğraşır; genelde kendi kırıp döktüklerini tamir eder.
Bazen de çocuk kendi adasını batırmasın diye tahtadan iskeleler, sallar falan yapmakla uğraşır.
Aslında asıl amacı ve uğraştığı şey bu gibidir ama buna rağmen başka şeylerle daha çok ilgilenir.
...
Kendi aralarında en son konuştukları konu; terk edilmiş kuş yuvaları hakkındaydı. Tabi en az konuşan ama en çok anlatan, gölgemde gizlenen ihtiyardan başkası değildi.
Her şey konuşarak anlatılmazdı ya.
Ama tüm sohbeti tam olarak hatırlayabildiğimi söylersem kendimi kandırmış olurum. Çünkü onlar konuşurken, çocuğun masasındaki kağıda karaladığı kısa bir listeye gözüm takılmış ve dikkatim dağılmıştı. Yine de biraz durup üzerinde düşünürsem sanırım sohbetin, en azından kaçırmadığım önemli kısımlarını hem not eder hem de sana da anlatabilirim.
...

07 Eylül 2018

Live At Pompeii'den Segobriga'ya

Pink Floyd parçaları icra eden birçok müzik topluluğu var. Bunlardan bazıları kendilerini tamamen Pink Floyd yoluna ve eserlerine adamış gruplar. Her biri de farklı açılardan başarılı şekilde yorumluyor tabii. Ama içlerinden bir tanesi var ki; bana göre gelmiş geçmiş en iyi Pink Floyd yorumcusu bir gruptur. Sadece müzikal açıdan değil, konserleri ve tüm görsel çalışmalarıyla bunlardan daha iyisi olmadı ve olacağını da sanmıyorum. Sahibinin sesinden gayrı... :)

İspanyol Pink Floyd cover grubu Pink Tones: Müthiş gitarist Alvaro Espinoza'nın liderliğinde turnelerden turnelere uçuşuyorlar. Grubun tüm üyeleri enstrümanları ve sesleri o coşkuyla ve eserlerin matematiğine nakış nakış uyumla icra ediyorlar.

Bense Pink'ten ve Live At Pompeii'den bu yana neredeyse Pink kadar lezzet aldığım bu konserlerini ve titiz çabalarını hayranlıkla izliyorum. Yaklaşık 2 saatlik bir Pink Floyd selamlaması, geçiş töreni gibi bir konser. Echoes'mu desem, Set The Controls... mu, çınlayan Atom Heart'mı hele Shine on Part II... mi? Neresinden tutsam parıldıyor.

İkinci basçı Edu Jerez'in konserin açılış konuşmasında dediği gibi, "lütfen telefonlarınızı unutunuz  (sessize alın), genel olarak sessiz olunuz ve konser bitene kadar alkışlamayınız."

Pink Tones: Live At Segobriga Roman Amphitheatre 29 May. 2016 - Spain

Temel kadro:
•Alvaro Espinosa: Guitar and vocals
•Ignacio Aparicio: Keyboards
•Cefe Fernández: Bass and vocals
•Toni Fernández: Drums
•Pipo Rodríguez: Guitar, sax and vocals
•Edu Jerez: Speech and extra bass
•Ángela Cervantes: Vocals
•Cris López: Vocals
•Belén Gómez: Vocals
•Suilma Aali: Vocals
•Paula Lavarías: Cello
-(Video ayarlarını 1080p yapmayı unutmadan...)

05 Eylül 2018

İyi müzikler yapılırdı...

Saksafon sesi çocukluğumdan zihnimin derinlerine kazındı benim...
O yüzden onun sesini hiç kimse gibi duymam; Serhat'ça duyarım.
Babamın hediyesiydi...

11 Nisan 2018

Ruhî

"Son kez ruhbilim!" ise (ki bu söz, Kafka'nın Oktav Defteri'nden yayılmıştı.) ruh müziğin gıdasıdır.
Müzik ise belki de felsefenin tökezlediği yerde başlar; Cioran işaret etmişti: Felsefe için anlamsız olan güncel sonsuz, müziğin gerçekliğidir; ta özüdür.

Başka bir şeydi paylaştığımız, dil bilimin sınır kapılarını da aşmış bir şekilde, uzaktaydı. Günübirlik konuşmalar, buluşmalar, hal hatırların belirlediği ilişki biçimlerine ayrılıkçı düşen bir hal içindeydik. Yüzeyde görünen sesli ya da sessiz olsun, tavırlarımız birer yolculuk gibiydi. İçimizde yol alan rüzgârlı anlamların yön verdiği yolculuklardı bunlar. Çoğunun başlangıcını kendimiz belirliyorduk ve ardından başlangıçtan aldığı esintiyle yol alıyordu bu yolculuklar. Tüm hakimiyet elimizde değildi, olamazdı, zaten bunu istemezdik de... Bu yüzden bu yolculukların, çok az bir kısmı önceden tasarlanıyordu. Bazen konuşma seslerinin azalarak yerini başka hislerin aldığı ve ifade bulduğu derin iletişimlerdi bunlar.

Kendi yolunda ilerlerken filizlenen duraklarda sakinleşen anları vardı. Her yolculukta kendiliğinden oluşan bu yeni durakların bazıları, oraya uğrayan düşünce yığınlarının ziyareti süresince var olur ve ardından kendi sisinin içinde kaybolurdu. Bazısı, zamanı belirsiz olan sonraki yolculuklardan birinde tekrar ziyaret edilen ya da hep edilmese bile uzaktan görünen küçük hanlar gibi zamanın içinde kalırdı. Bir de hemen her yolculukta beliren, uğramadan geçilmeyen kadim duraklar vardı.
Ruhbilim mi?! Al sana ruhbilim!

Ne mi oldu?! Kırık kelimeler birikti durdu yıllarca; söylenirken tökezlenmiş, duyulurken dinlenmemiş, düşünülürken söylenmemiş bir sürü kelime. Önceleri bu kırık kelimeleri, o yolculukların duraklarında unutmaya bırakıyordum. Çok uzun zaman sonra bile hatırlanacak bir anın sahnesinde en hatırlanmayacak detayların arasına sıkıştırarak yapıyordum bunu. Sonra gittikçe çoğalan bu unutmalar yerini, sonraki seferlerde tekrar karşılaşılan hatırlamalara bıraktı. Her hatırlama, geçmişin o ana ödettiği yeni bir bedeldi.

Böylece her geçişte veya geri dönüşlerde üzerine yeni kırık kelimeler de ekleniyordu. Nicedir uğramadığımı gördüğüm en sisli durakların iç odalarından da taşmaya başlamış, kapıların dışına bahçe duvarlarına kadar yayılmış kırık dökük kelimeler... Zamanın içinde tekleyerek dönen ve döndükçe başka yöne büyüyen daha derin yolculuklara çıksam da, giderken olmasa bile ya yolculuğun tam ortasında ya da dönüşte o duraklara uğramaya başladım ya da kendimi oralarda bulmaya...
Her defasında hiçbir düzeni olmaksızın rastgele uğradığım bu durakların içlerinde, oraya buraya bıraktığım ve gitgide artan bu kelimeler zaman içinde bölük pörçük aklıma gelerek bıraktığım yerlerden yankılanmaya başladı. Zaman ilerledikçe bu kıpırtıları daha çok hissetmeye başladım. Zihnimin derinlerinden iç kulağıma gidip gelen milyonlarca kelime ve hece parçalarının bazen hızlanarak bir uğultuya dönüşüyordu. Çoğu zaman gecenin sessizliğinde netleşen bu uğultular bir mağaranın derinlerinden uzayıp gelen dinlendirici bir ninni gibiydi. Sonra yalnızca belli bir tonu olan bu uğultulara başka uğultular karışmaya başladı ve aynı anda kesik kesik birbirine geçen karmakarışık seslere dönüşmeye başladılar. Öyle ki aklım, istasyon ayarı tutturmaya çalışıp da bir türlü ayarlanamayan ve içinde dipsiz bir mağara büyüten taştan bir radyoya dönüşüyordu sanki.
Zamanın ve zihnin her yanına dağılmış ve kılcal kökler gibi derinlere süzülmüş bu yankıların beni içine çektiği bu karmaşadan en kısa zamanda kurtulmak için bu ses yığınlarını tasnif etmem gerekiyordu. Her birini bir araya toplayıp, en dingin düşüncelerimde bile uğramayı aklıma getiremeyeceğim bir yere götürüp yığmak için yeni büyük bir yolculuğa çıktım.
Aslında yapmak istediğim, bütün bu yeri belirsiz dağınlıklığı belirlediğim o yere yığmak değil, oraya dizmek, istiflemek ve belki de hepsini bir arada görme isteğimin içinde büyüyen arzusudur.

Varmak istediğim yerin neresi olduğu belirsiz olsa da nasıl bir yer olduğu oldukça netti. İşte ben de tam da bu nasıl olduğu çok belirgin ama nerede olduğunu bilmediğim yere doğru yola çıktım.
Bu yolculuğum sırasında durduğum durakları, dinlendiğim noktaları,  biraz durup izlemeye değer bulduğum yerleri, geri dönerken aynısını göremem endişesiyle birden durduğum anları, açtığım ve açamadığım kapıları, son anda içeri girmekten vazgeçtiğim kapı önlerini, altından geçtiğim büyük ağaç gölgelerini, zorladığım kuyu kapaklarını, defalarca geri dönüp tekrar baştan başladığım patikaları, saatlerce kıyısında durduğum ifadeleri, günlerce içinden çıkamadığım arazileri.., yani sadece ilerlemeyip, içinden uç veren başka yollara girdiğim bu yol boyunca tüm gördüklerimi not ederek ilerleyecektim. Yolculuğumu tamamladıktan sonra geri dönerken yolumu bulmam için  bu notları almalıydım. Ormanda kaybolmamak için ağaçlara kağıtlar asmak ya da mağara dalgıçlarının geri dönüş yolunu kolayca bulmak için, iplerle ilerlemesi gibi.

İç Çekişler Denizi, Sessizlikler Kanyonu, Kapı Dağı, Kıl Boğaz Beklentileri, Mezarlık Değirmeni, Kayıp Çocuğun Karanlığı, Çare Çuvalları, Dil Pençe Divan, Bir Zihinbaza Ağıt, Kuş Koğuşu, Maiyane Serebendi, Zegibun Hayarda...

...

14 Mart 2018

While my theremin gently weeps!

E. M. Cioran dedi ki:
"Bir veda sistemi olan müzik, çıkış noktası atomlar değil de gözyaşları olan bir fiziği çağrıştırır."


08 Mart 2018

Bir sanatçı olarak genç bir adamın portresine ağıt!

O her metal çınlama sesinde on yıllar biriktiren...



A Portrait of the Young Man as an Artist

Look at you all clutching your guitars
As if it makes a difference to who you really are
Does the picking of a string stop the ticking of the clock?
When will this curtain fall?

How did you carve that psalms?
I'm sorry but your intellect is really not that sharp
You're drowning so you plagiarize what you wish to become
A stone masquerade so cold

What's real about this story?
What's real?

Am I safe? Am I safe to be alone?
When all around are lost
Comsumed by my indifference and left to count the cost
Of all the bleeding hearts who suffered you because you told them...
You told them you were someone

What's real about this story?
What's real about this picture?

23 Şubat 2018

Melankoli değil Metalankoli (Metalancholia)

Sanıyorum; Hayko da iyi yorumlardı bu parçayı... Belki de yorumlamıştır.

Bunu dinledikten sonra
bunu da dinlemeden edilemeyen bestecilerdir kendileri:


Zaman zaman telif haklarından dolayı YouTube video linkleri öldürülüyor diye eser isimlerini de not düşeyim.
Virgin Black: Beloved
Virgin Black: Our Wings are Burning